Uzun bir gündü. Uzun bir güne başlayacağımı bilerek uyandım ve aslında
saati gelmeden her uyanışımda "atölyeye geç kaldım." diye sayıkladım.
Sonra neyse ki gecikmedim ve gün başladı.
![]() |
Basında Film Eleştirmenliği Atölyesi. Alper Turgut (solda), Serdar Akbıyık (sağda) |
Atölye çok keyifli ve vericiydi. Sayımızın az olması (çünkü belli bir
kontenjanı vardı) büyük bir avantajdı, böylece herkes eleştirmenlerle birebir
konuşup onlara soru sorabilme şansı yakaladı ve süre de çok makuldu; ne uzun ne
de kısa. 10'da başladık ve 13.30'a doğru bitti.
|
Şimdi biraz Alper Turgut ve Serdar Akbıyık'ın konuşmalarından da kısa kısa
alıntılara yer vermek istiyorum.
Serdar Akbıyık: -"Yurtdışında insanlar sinemacı olduğu için kısa
film çekerler bizde ise sinemacı olunmak için kısa film çekiliyor."
-"Bir film eleştirisine başlamadan önce 1-2 saat film hakkında
düşünmek isterim."
-"Bir film izlendikten SONRA eleştirisi okunmalı."
-"Bir festival yapıyorsanız, festivalin bir adası olmalı. Şu an
İstanbul'da yaşanan sıkıntı bu."
-"Bizim sinemamız zayıf veya kötü değil ama hacim yok."
Alper Turgut: -"Türkiye'de sinema bir sektör değil. Dizilerden arta
kalan zamanlarla mevsimsel sinema yapıyoruz ve Recep İvedikler olmasa sinema
salonları kapanır."
-"Biz Türkiye'deki eleştirmenler, filmi yapanların ruh
durumlarını etkiliyoruz. Yurtdışındaki gibi filmlere insan çekmek değil
amacımız."
-"Bir film hakkında yazmak için bir kere izlemem yeterli ama filmi
izledikten sonra eleştiriye başlamadan önce biraz demlenmem gerekiyor."
-"Günümüzde en çok para getiren şey, kalitesizlik.
-"Film eleştirmeni entellektüel olmak durumundadır, yazısında ise
tutku ve duygu olmalı mutlaka."

"Alleine Tanzen" için çok başarılıydı, bayıldım dersem samimi bir eleştiri yazmış olmam. Yani film belki farklıydı, doğaldı belki kimilerine göre de tam olarak olması gerektiği gibiydi ama bana bazı yönlerden gereksiz fazlaymış gibi geldi. Ve bir belgeselden çok "işte bu benim ailem ve bütün kirli, temiz çamaşırlarımızı ortaya döküyoruz şimdi." kıvamına geliyordu çoğu yerde fazlaca. Ha belki yönetmen Biene Pilavcı'nın amacıydı bu fakat söyleşide sarf ettiği şu cümle bana göre bu çıkarımımı haklılaştırıyordu: "Bu belgeseli çekmek benim terapimdi. Çünkü terapiye gitmiştim ve işe yaramamıştı."
Starred Up (Yüksek Risk): Kan, şiddet ve yine klasik olan o sorgulamayı yapmak: "Şiddete yatkın olanlar, işledikleri suçlarda iradelerinden ne oranda faydalanabiliyorlar?" ya da buna benzer birçok soru...
Film izlekliği yönünden iyi, zaten ideal da bir süreye sahip (100 dk.)
Çok fazla kan var, vahşet var ve filmi izlediğim süre boyunca farklı karakterlere büründürdü beni yani izlediğim kişilere dönüştüm içsel olarak. Özdeşleştirmeye gittim, çünkü acıdım. Bu da bir filmin sanatsal boyutu açısından bakıldığında sanırım çok da sağlıklı bir boyut değil, en azından benim açımdan. Bir filme istendiğinde dışarıdan da bakılabilmeli ki duygular katılmadan da bir değerlendirmeye gidilebilsin. Film kötü değil ama sanki sıradan olduğu düşüncesi çok da atılmıyor kafadan.
David Mackenzi'nin eski ve bundan sonra gelecek filmlerinde de buluşmak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder