9 Ekim 2016 Pazar

Filmekimi 2016 "Aşk Mektupları" (From the Land of the Moon) Üzerine


Uzun bir aradan sonra (ben şu cümleyi kurmaktan bıktım ama size bu cümleyi okutacak kadar sık yazmadığımdan ve hatta sık yazmamam sebebiyle şu cümleyi kurduğumdan tabii ki de sizler bıkmadınız ve zaten sıkıntı da burada) tekrar, tekrar Merhaba,

Başlıktan da anlayacağınız üzere,Filmekimi kapsamında Ankara Kızılay Büyülü Fener'de "Aşk Mektupları"nı izledim bugün. İlk kez Filmekimi kapsamında bir film izledim, keyifliydi.
Filmi öne çıkaran etkenlerden biri mutlaka  Marion Cotillard'ın performansı olacaktır. Yine duru bir performans sergilemişti çünkü.
Filmden çıktığımda damağımda kalmış bir tat vardı ama bunun nedenini sorguladığımda elle tutulur çok da bir şey olduğunu söyleyemem.

Psikolojiye ilgim olması sebebiyle ya da aşk, bir olabilmek, birbirini bulabilmek gibi kavramlar üzerinde yoğun kafa patlatmamdan mütevellit, filmi seneler sonra da hatırlayacağımı düşünüyorum.

Durağan bir film olmasına karşın akış konusunda epey başarılı olduğunu söyleyebilirim. Bir ara kendime sinema salonunda film izlediğimi hatırlatmak durumunda kaldığımı da belirtmeden geçmeyeyim. Ama bunun nedeni filmin izleyiciye  katarsis yaşatması da değildi kesinlikle. Başarılı bir özdeşleşme ve yabancı kalabilme dengesi kurabildiğimi hissettim filmi izlerken zira. 
Akışa kaptırabilmek sayesinde bir sonraki sahnede ne olacağını düşünmedim ve bu nedenle şok olma derecesinde olmasa da rahatlıkla söyleyebilirim ki hikaye, şaşırtmayı başardı. Bir noktaya kadar kafamda çok farklı bir kurguyla gelen film, bir yerden sonra bambaşka bir boyut aldı. Aşk kavramına inandırdı önce, sonra da "hayır mesele sevgi ve özveri"ymiş dedirtti en basitinden. 

Kafanız içindeki gel-gitleri filmde hikayeleştirme boyutunda bulabilmiş olma durumunu da her film yaşatamıyor tabii; ben bu hissi bu filmde buldum. Dediğim gibi filmde benim kavramlarıma çok fazla dem vurulmuştu, hatta direk olarak bunlar üzerinden bir ilerleyişin hakim olduğunu görebiliyordum.

Savaşın insanlık ve toplum boyutunda verdiği zararların da filmin esas konusu haline getirilmeden, küçük dokundurmalarla işlenmesi filmin dokusunu güçlendiren bir başka etkendi.

Son olarak bu şekilde düşünmekten çok keyif aldığım için filmden aklıma gelen ilk üç sahneyi sizinle paylaşarak bu yazıma da son veriyorum.

1)Gabrielle'in, ambulansın peşinden koşup, gücü kalmadığında kendini yere atması,

2)Gabrielle'in kocası ile son diyaloğu,

3)Gabrielle'in ona kitap ödünç veren adamı herkesin içinde iteklemesi.

Sizin sahneleriniz neler? :)

Görüşmek üzere...

9 Mayıs 2016 Pazartesi

I Am Nojoom, Age 10 and Divorced (Nojoom 10 yaşında ve boşandı) Hakkında

Kısa süre sonra yeniden merhaba,

Bugün yine 19. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali kapsamında bir film izledim Kızılırmak Sineması'nda.

Açıkça söylemek gerekirse üzerine çok konuşulması, yazılması gerektiğini düşündüğüm bir film değildi ama içimdeki yazma isteğinden olsa gerek, yazıyorum bir şeyler.

Film, çok göze parmak sayılabilecek filmlerdendi. Filmden çıktıktan sonra, "bu filmi izlemek benim için çok da gerekli değildi" diye düşündüm.

Oyunculukları beğenmediğimi ve olay kurgusunu da başarılı bulmadığımı söyleyebilirim. Fakat tüm bu olumsuz eleştirilerime rağmen filmde işlenen konunun zaten hassas da olduğum bir konu olması sebebiyle izlerken beni yeterince rahatsız ettiğini ve sinirlendirdiğini paylaşmak isterim.

Yemen Sineması denildiğinde aklımda çok fazla bir şey şekillenmese de bu film çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istesem, "daha,çok yol almalı" diyebilirim. Tabii tüm bu yorumları da ülkemiz kültürü ve sinema alışkanlıklarını baz alarak yaptığımı unutmamanızı rica ederim.

Teşekkürler, kısa zamanda yeniden görüşmek dileğiyle...

6 Mayıs 2016 Cuma

19.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali ve "Toz Bezi"

Merhabalar,

1 seneyi aşkın süredir sizlerle bir şey paylaşmıyor olduğumu görmenin beni üzdüğünü belirtmek istiyorum öncelikle. Biliyorsunuz ki en çok, bağımsız sinema filmleri hakkında yazmayı seviyorum ve şartların beni bu duruma getirmesi nedeniyle uzun süredir yazamadım. Bahaneler yeter diyorsanız başlıyorum festivalle ve film ile ilgili düşüncelerimi paylaşmaya.

Bir kere Ankaralı olanlarınız bilir, özellikle merkeze uzak bir ilçede oturuyorsanız festival takibi zordur ve ben de zorlananlardan olup festival kapsamında 1 film de izleyebilsem kar diyenlerdenim.
Kızılırmak Sineması'nda izledim filmimi; sinemanın atmosferi eski bağımsız sinemaları andırdığından seviyorum orayı. Festival komitesi çok uygun bir fiyat belirlemiş biletler için (5 tl), buna da ayrıca sevindim. 

Gelelim mi artık filme? Evet gelelim bence de. "Toz Bezi"...

Merak ettiğim bir filmdi, beklediğimden çok daha fazla tanıdık yüz vardı, oyunculuklar genel olarak değerlendirmek gerekirse  başarılı ve doğaldı. Özellikle Asel Yalın yaşına rağmen sanki oyunculuk yapmıyor, kendini yaşıyordu. Oyunculuk anlamında sadece şive konusu için sanki bir tık daha çalışma gerekebilirmiş gibi geldi ve izlediğim salondaki ses sisteminin mi yoksa filmin yapısı kaynaklı mı bilemesem de (teknik altyapı yetersizliğimi bağışlayın) sesler diyaloglar sırasında boğuktu ve anlamak için bazı yerlerde İngilizce altyazıdan faydalandım. Onun dışında filmin atmosferi, çekimler, durumlar... Hepsi ciddi anlamda çok doğaldı, çekim açılarının belirli noktalarda (belki ses boğukluğu da bu nedenle bilinçli bir seçimdi) belgesel kıvamında oluşunu da doğallık çabalarından biri olarak değerlendirebilirim ve çabalar başarılı olmuş olacak ki  filmden bana geçen en yoğun his, doğallıktı. Durumlar çok hayatın içindendi, öyle ayrıntılar yakalanmıştı ki, bunlar her zaman yaşayıp sizden başkasının aslında aynı durumları yaşasa bile sizin kadar dert etmediğini düşündüğünüz şeylerdi. En basitinden mutfak lavabosunun borusunun delinmesi ve dışarıda konuşulurken hep erkek işi olarak görülen bu arızayı da bir kadının görev edinerek onarması... Sürekli üzerinde durulan bir durum da ataerkil toplum çerçevesinde  kadının topluma kazandırdıklarının erkeğin gözünde varlık kazanamaması ve kadınlar sanki sadece oturup laklak yaparmış yönündeki erkek algısı.
Film, belki Asmin ile kendimi fazlaca özdeşleştirebilmeyi başarabildiğim için bana birçok hatta belki geçirmek istenildiğinden daha çok duygu geçirdi.
Üzerinde durmak istediğim bir diğer şey de "film sana en çok ne düşündürdü?" sorusuna vereceğim cevaptır. Film her zaman düşündüğüm ve hissettiğim en temel durumu tekrar düşünmeme ve hissetmeme sebep oldu: "İnsanın hayata bakarken penceresi ne kadar küçükse görüş alanı da o kadar dardır." 

Pencerenizi ta en baştan, büyükçe inşa etmeniz dileğiyle... 
Hoşçakalın.


Puan: 7.2/10